22 Ocak 2011 Cumartesi

Tarihe Gizlenmiş Bir Aşkın Hikayesi // Lüsyen





   Büyük bir aşk hikayesi anlatıyor Can Dündar yarı belgesel romanı Lüsyen’de. 1912 baharında Belçika’da tanışmışlardı. Biri Türk edebiyatının en büyük şairiydi, diğeri Brüksel’de üniversite öğrencisi. Abdülhak Hâmid altmış yaşındaydı, Lüsyen on sekiz. Kimler yok ki, bu belgesel romanın sayfaları arasında: Mehmet Akif’ten Victor Hugo’ya, Damat Ferid’den Oscar Wilde’a, Yahya Kemal’den Hindenburg’a, Necip Fazıl’dan, Karındeşen Jack’e, Abdülmecid’ten Namık Kemal’e, Sultan Reşad’dan Talat Paşa’ya Geçen asrın en ünlü portreleri… Ve onların arasında bir çağ yangınının tam ortasında yaşanmış inanılmaz bir aşk hikâyesi…
Atatürk dans etti Lüsyen’le. Tevfik Fikret ona edebiyat dersi verdi. İnönü evlerinde satranç oynadı. Nâzım Hikmet sofralarında yemek yedi. Bu yemek edebiyat tarihi açısından da önem taşıyordu. İşte romandan bu yemeğin ilginç hikayesi…


NAZIM’IN ÖZRÜ

Bir devrin putlarını yıkıp çığır açan şair, zamanla kurduğu devrin sembolü halinde putlaşıyor ve onun putunu da, bayrağı kendisinden devralan yenilikçi bir başka şair yıkıyordu.
Benzerlikleri çoktu:
Serbest nazmı ilk kez Nâzım’ın tatbik ettiği söyleniyor, bazıları ise Hâmid’in “Nesteren”de kullandığı serbest nazma yakın hece veznini hatırlatıyordu.
İkisi de eserlerinde konuşma lisanına dönmüş, bir hikayeci edasına bürünmüştü.
Şimdi genç olanı, yaşlıyı “yıkılması gereken bir put” olarak görüyordu.
Üstelik o genç, Hâmid’inkinden çok farklı, herkesin anlayacağı bir dille ve keskin bir kalemle yazıyordu:
‘Kalbimizin ensesinde kıvrılan
yağlı, uzun saçlarımız yok.
güle, bülbüle, ruha, mehtaba, falan filân
karnımız tok.
Ve şimdilik
gönül işlerine vermiyoruz metelik…’

ATA’YI REDDETMİŞTİ

Diğer “put”lar öfkeyle ayağa kalkarken herkes “Şair-i Âzam”ın ne tepki vereceğini merak ediyordu.
Hâmid, herkesi şaşırtan ama kendisine yaraşan bir hamle yaptı:
Nâzım’ı bir müddet sonra evine yemeğe davet etti.
Şimdi şaşırma, bocalama sırası Nâzım’daydı.
Efsaneye göre tam da o aralar bir gece kapısını çalan Kadıköy Karakolu’ndan bir polis, uyku sersemi Nâzım’a “Cumhurreisi Hazretleri’nin Dolmabahçe Sarayı’nda kendisini beklediğini” söylemiş ve hemen giyinmesini istemişti.
Çünkü o gece huzurda açılan şiir sohbetinde Nâzım’ın adı, “asrın en büyük şairi” olarak anılmış, Gazi de bu genç şairi merak edip sofrasına çağırmıştı.
Lakin Nâzım muhalifti. İçerden yeni çıktığı ve yeniden girme ihtimali kuvvetli olduğu halde bu tür emrivakilere boyun eğmekten hoşlanmazdı.
Gelen polise, “Paşa’ya benden selam söyleyin” demişti:
“Ben Deniz Kızı Eftalya değilim.”
Söylenene bakılırsa bu tersleme Dolmabahçe’ye ulaştığında Gazi sinirlenmemiş, tersine, “Aferin çocuğa! İşte şair böyle olur” diye takdir beyan etmişti.
Nâzım’ın cesur itirazının efsane gibi dillerde gezdiği günlerde Hâmid’den gelen yemek daveti yeni bir ret cevabıyla karşılaşacak sanıldı.
Ama Nâzım bu kez farklı tepki verdi: “Mustafa Kemal’in davetini kabul etmedim. Ama bir şairinkini reddedemem” dedi.

LÜSYEN KARŞILADI

Ve Maçka Palas’a gelip Hâmid’e misafir oldu.
Kendisini kapıda Lüsyen karşıladı. Onu önce salona, sonra itina ile hazırladığı sofraya buyur etti.
Gidenle gelenin tarihi buluşmasıydı bu…
Hâmid, kendisine kafa tutan kabiliyetli gence anlayışla yaklaştı:
“Putları kırmakta haklısınız” dedi: “Ben de edebiyat hayatına atıldığım zaman sizin gibi putlara savaş açmıştım. Divan edebiyatını yıktık; Tanzimat edebiyatını getirdik. Türk edebiyatında yeni hamleler yaptık. Biz onları yıktık; siz de bizi yıkacaksınız.”
Nâzım hayretler içindeydi.
Hâmid ona yazmakta olduğu büyük piyesten parçalar okudu. Ama daha da etkileyici bir jest sıradaydı.
Hâmid, Nâzım’ın bir şiirini ezberden okudu.
Nâzım, ezberinde Hâmid’in tek şiirinin bile olmamasından utandı.
Karşısındaki adamın, devrilmesi gereken bir put değil, açık fikirli bir devrimci olduğuna inandı.
Dönüşte merakla bekleyen arkadaşlarına, “Hâmid büyük adam” dedi:

MAHCUP BİR ÇOCUK GİBİ

“Burjuva… ama büyük şair. Uzun boylu olduğu için redingotla adeta bir İngiliz lorduna benziyordu. Hele gözündeki monoklu ha düştü ha düşecek diye ödüm patlıyordu. Beni mükemmel bir salona götürdüler. Avizeler XIV. Louis stili bir salon takımı… Kendimi sarayda sanıyordum. Bir sofra… bir sofra… Londra’dan getirtilmiş İskoç viskileri, çeşitli içkiler… Masanın bir ucundan öbür ucuna kadar çeşitli mezeler… Ben sofrada mahcup bir çocuk gibiydim. Abdülhak Hâmid sanat sohbeti açtı. Sanat tarihini, çeşitli edebiyat mekteplerini, şiirde, edebiyatta, tiyatroda meydana gelen değişmeleri öyle bir anlattı ki, karşısında cehaletimi hissettim. Fakat ben de ona, onun bilmediklerini, realist sanatı anlattım. Büyük bir ilgiyle dinledi. Toleransına hayran oldum. Oysa ben çetin tartışmalar yapacağız sanmıştım.” Hâmid, hiç eskimeyen yenilikçiliği ile en yenilerden dahi yeni olmayı, her dem taze kalmayı başarmıştı.
27 yaşındaki Nâzım, ayrılırken hürmetle Hâmid’in elini öptü…







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şarkıma eşlik edin...

..

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...